Reklami Gizle

EMRULLAH EMiN - DiNi BiLGiLER SiTESi

Hz Adem

HZ ADEM ALEYHiSSELAM


İLK İNSAN / İLK PEYGAMBER
Kur’an-ı Kerimde “Âdem” kelimesi, tek başına on yedi, isim tamlaması olarak da sekiz defa olmak üzere 25 ayette geçmektedir.
[1]Hz. Âdem’in (a.s.) kıssası; Kur’ân-ı Kerim’de Bakara, A’raf, İsra, Kehf, Taha, Hicr ve Sa’d sûrelerinde, kısmen farklı üslûp ve ifadelerle anlatılmaktadır. Ancak bu farklı üslûp ve ifadeler arasında öylesine bir uyum vardır ki, hepsi birbirini tamamlar ve güzelleştirir; ayrıntıları netleştirir, tekrarlarla kıssayı insan zihninde tam bir açıklığa kavuşturur. Âdem insanlığın atası ve babası anlamında Ebu’l Beşer (insanlığın babası) olarak isimlendirilirken, insanlık da Benî Âdem (Âdem’in çocukları) olarak isimlendirilir.

HZ. ÂDEM’İN (A.S) YARATILIŞI

“Şüphesiz Allah katında (yaratılışları bakımından) İsa'nın durumu, Âdem’in durumu gibidir: Onu topraktan yarattı. Sonra ona "ol" dedi. O da hemen oluverdi.”[2] Kur’an-ı Kerim’e göre Hz. Âdem aleyhisselâmın yaratılışı diğer insanların yaratılışı gibi değildir. O, anne babası olmadan ve Allah’ın sonsuz kudretinin mûcizevî bir tecellisi olarak topraktan yaratılmıştır.

Hz. Âdem’in Yaratılış merhaleleri Kur'an-ı Kerim'de bildirilmiştir. Yüce Allah büyük evreni çeşitli merhalelerden geçirerek yarattığı gibi küçük evren olan insanı da değişik evrelerden geçirerek yaratmıştır. Şöyle ki Hz. Âdem ilk aşamada topraktan[3] sonra toprak su karışımı süzme balçıktan[4], üçüncü merhalede cıvık ve yapışkan çamurdan[5], dördüncü basamakta çamurdan süzülen bir özden[6], beşinci devrede “salsâl” olarak nitelenen kuru çamurdan ve şekillenmiş balçıktan[7] yaratılmıştır. Bu sürecin uzun bir zamana yayıldığı Kur’ân-ı Kerim’de şöylece ifade edilmektedir. "İnsan henüz anılır bir şey değilken (yaratılmamışken) üzerinden uzunca bir zaman geçti."[8]

Hz. Âdem’in yaratılış evrelerine bakarak canlıların kendi kendine ve değişik canlı türlerinden gelişerek var olduğunu savunan bir evrim teorisi çıkarmak mümkün değildir. Öncelikle bütün bu merhaleler boyunca henüz canlı bir organizma oluşmamıştır ve her bir aşama insanın oluşumunu hedefleyen bilinçli bir tercihi yansıtmaktadır. Bütün bu merhalelerin sonunda “ol” diyerek “olduran” ilâhî bir güç vardır. Her şeyi var eden O'dur. Çamurun kendi kendine, bir insana dönüşmüş olduğunu düşünmek bile akla ihanet etmektir. Hz. Âdem topraktan yaratılmış müstakil bir canlı türünün ilk atasıdır. Sevgili Peygamberimiz (sas), “Allah, Âdem’i onun kendi suretinde (yani başka bir varlıktan evrimleştirerek değil, kendi insânî yapısında) yarattı”[9] buyurarak bu gerçeğe işaret etmiş olur. Diğer varlıkların aksine yükümlü ve sorumlu tutulan ve bunun için gerekli manevi, ahlaki, zihni ve psikolojik kabiliyetlerle donatılmış bir varlık olarak yaratılmıştır.

Hadis kaynaklarında da Hz. Âdem’in yaratılmasıyla ilgili Sevgili Peygamberimizin bizlere verdiği değerli bazı bilgiler vardır. Buna göre,"İnsanlar Âdem’in çocuklarıdır. Âdem ise topraktandır"[10] “Allah Teâlâ, Âdem’i yeryüzünün her tarafından aldığı bir tutam topraktan yaratmıştır. Bu sebeple âdemoğullarının, o topraklardan kaynaklanan nedenlerden dolayı bir kısmı kızıl, bir kısmı beyaz, bir kısmı siyah, bir kısmı da bu renklerin karışımındaki tonlarda; bir kısmı yumuşak, bir kısmı sert, bir kısmı iyi huylu, bir kısmı kötü huylu olarak (çeşitli kabiliyet, özellik ve karakterlerde) dünyaya gelmiştir.” [11]

Hadislerde Hz. Âdem aleyhisselâmın Cuma günü yaratıldığı (ya da onun yaratıldığı zamanın kurulu dünya düzeninde Cuma günü kabul edilerek dünya takviminin tanzim edildiği), o günde Cennet’e konulduğu, yine bir Cuma günü Cennet’ten çıkarıldığı, tevbesinin o gün kabul edildiği ve aynı gün vefat ettiği haber verilmektedir.[12] Böylece Cuma günü, insanoğlunun varoluş serüveninde ve ilâhî rahmete nâil oluşunda çok önemli bir dönüm noktası olarak tebarüz etmektedir.

ÂDEM KELİMESİ

Âdem kelimesinin, yeryüzünden süzülmüş toprak ürünü ( أديم الأرض )[13] anlamına gelen İbranice bir kelimeden türediğini savunanlar olduğu gibi aslen Arapça bir kelime olduğunu söyleyenler de vardır. Bazı âlimlere göre, değişik unsurların karışımından meydana geldiği için ilk insana Âdem ismi verilmiştir. Âdem kelimesinin özel bir isim olduğu görüşü de mevcuttur.

Âdem (a.s)’a, insanlığın atası olduğu için “Ebu’l-Beşer” ismi verildiği gibi yeryüzüne halife kılındığı için “Halifetullah” ismi de verilmiştir. Kur’an’da seçkin kullar arasında zikredildiğinden dolayı “Safiyyullah” olarak da isimlendirilir:

“Şüphesiz Yüce Allah Âdem’i, Nuh’u ve İbrahim ailesini zamanlarındaki diğer insanlara tercih edip seçmiştir. Onlar bizim katımızda seçkin ve hayırlı kullardandı.”[14]

HZ. ÂDEM’E HALİFELİK VERİLMESİ

Âdem aleyhisselâm yaratılmadan önce Yüce Allah'ın iradesi melekler arasında yankılandı: "Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım."[15]

Âdem aleyhisselâm, kendisine özel olarak bahşedilen aklını, iradesini ve ilmini kullanarak yeryüzünde, yaratılmışların üzerinde birtakım tasarruflarda bulunabilecekti. Orayı imar edecek, kâinatın hikmetini araştıracak, toprağa bürünmüş olan enerji kaynaklarını ve madenleri çıkaracak, onları işleyip yeni maddeler icat edebilecekti. Hz. Âdem’in şahsında temsil edilen insan, yeryüzünde bütün bu işleri ve asıl olarak da Allah’ın iradesinin hâkim kılınması görevini Allah'ın izniyle ortaya koyarak O'nun hilafetini gerçekleştirecekti.

Hz. Âdem’in halife oluşu Allah'ın -hâşâ- ona muhtaç oluşundan kaynaklanan bir sorumluluk verme işi değil, bilakis yüce kudreti ve engin rahmetiyle ona bahşettiği bir şeref, bir lütuftur. Bu şeref Hz. Âdem’in şahsında halifelik görevini kabul eden erkek kadın bütün Âdem nesline şâmildir. Şerefi sonsuz, güç ve kudreti nihayetsiz olan Allah'ın, Hz. Âdem’i daha çamur hâlinde bile mevcut değilken halifelikle onurlandırması, onun değerini öylesine arttırmıştır ki, melekler şaşkınlığa düşmüştür.

FESAT ÇIKARACAK BİR VARLIK MI YARATACAKSIN?

Melekler, en şerefli varlık olarak yaratılan Âdem aleyhisselamın yaratılış hikmetine tam vakıf olamadı. Bu yüzden de Allah'ın “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” fermanını fıtratları gereği anlamayarak: "Ya Rabbi! Biz Seni hamd ederek tesbih edip dururken, orada kan dökecek, fesat çıkaracak bir varlık mı yaratacaksın?” dediler.”[16]

Âdem ile neslinin, yeryüzünde halife olarak yaratılması meleklerde bir merak uyandırmış ve insanın olumsuz yönüne dikkat çekerek Rabbimize hayretlerini bildirmişlerdir. Onlarınki itiraz değil, öğrenme çabasıydı. Yüce Allah, bütün isimleri Âdem’e öğretmiş sonra da meleklere: "Eğer sözünüzde doğru iseniz bunların isimlerini bana bildirin" demiştir.[17]Bunun üzerine melekler, ”Ey Rabbimiz! Biz Seni tenzih ederiz ki, bizim bildiğimiz Senin bize öğrettiklerinden ibarettir. Biz ancak Senin öğrettiklerini bilebiliriz. Şüphesiz ki her şeyi en iyi bilen, her şeyi yerli yerince yapan Sensin’ dediler.”[18]

İnsan türü hakkında Yüce Allah’tan öğrendikleri bilgiler melekleri hayrete düşürdüğünden böyle konuşmuşlardır. Rabbimiz ise onları, bu türün olumsuz potansiyeli karşısında, bundan daha ağır basan olumlu yönlerinin başta gelen dinamiklerinden bilgi ve ilim özelliğini göstermek için bir imtihana tabi tutmuştur. Bu imtihan sonucunda itiraz gibi görünen kelamlarının ardındaki teslimiyetleri apaçık meydan çıkmıştır.

HZ. ÂDEM İLK İNSAN MIDIR?

Yeryüzünde halife kılınan Hz. Âdem’in öncesinde başka insanlar gelip geçmiş midir? Bu soruya bazıları şöyle cevap vermiştir: “Hz. Âdem halife kılındığına göre daha önce yaşamış birtakım insanlar olmalı ki, onların arkasından o halife kılınsın. Çünkü “halife” tabiri, “halef olma, birisinin ardından gelme” gibi manalara da sahiptir. Ayrıca melekler henüz yaratılmayan insanı, kan dökücü ve fesat çıkarıcı özelliğiyle nasıl tanısınlar? Demek ki, bunlar daha önce yaşadılar, kan döktüler, fesat çıkardılar ve bu yüzden helak edildiler. Onların yerine de Hz. Âdem ve zürriyeti gönderildi. Fakat biz Hz. Âdem’den önce başka insanların yaşadığına dair Kur'an’da ve sünnette bir bilgi bulamıyoruz. Ayrıca Hz. Âdem daha önceki varlıkların değil, Allah'ın halifesidir. Hem halifeliğe seçilip bunu başaramadığı için toptan helâk edilen bir canlı türünden sonra aynı canlı türünün halife kılınması sünnetullaha pek uygun görülmemektedir. İbn Haldun bu konu ile ilgili bilgilerin çoğunun İsrailiyat ve eski İran efsaneleri olduğunu ve Kur'an-ı Kerim'de zikredilenlerin dışında güvenilir bir bilginin mevcut olmadığını belirtir.”[19]

ÂDEM’E SECDE EDİLMESİ

"Hani Rabbin meleklere demişti ki: ‘Ben kupkuru bir çamurdan, şekillenmiş kara balçıktan bir insan yaratacağım. Ona şekil verdiğim ve ona ruhumdan üflediğim zaman, siz hemen onun için secdeye kapanın.’ Meleklerin hepsi hemen secde ettiler."[20]

“Secde” kelimesinin dildeki aslî anlamı “eğilmek” ve“baş eğmek”tir. Nitekim Araplar, fazla meyveden dolayı eğilen hurma ağacını, “nahle sâcide” diye nitelendirmişler. Bu kelimenin sözlükteki bir diğer temel anlamı da “itaat etmek” ve “saygı göstermek”tir. Rahmân Sûresi 55/6 ve Nahl Sûresi 16/48-49. âyetlerde bu manada kullanılan kelime, ayrıca “selam vermek” ve “alnı yere koymak” gibi anlamlarda içermektedir. Bakara Sûresi 2/34. âyette geçen, “Âdem’e secde edin!” ifadesindeki secde hakkında, “Bütün Müslümanlar bu secdenin Hz. Âdem’e ibadet secdesi olmadığında hemfikirdirler. Çünkü ibadet maksadıyla Allah’tan başkasına secde etmek küfürdür” diyen Fahreddîn er-Râzî (ö. 606/1210), buradaki secdenin Âdem’e saygı göstermek ve onu selamlamak anlamına geldiğini belirtir.[21]

Bu secde Hz. Âdem’in şahsında bütün insanlığı kapsayan bir saygı ve üstün görme secdesiydi. Allah Teâlâ bu emriyle meleklerin ve bütün varlıkların nezdinde Âdem aleyhisselâmın ve zürriyetinin şeref ve üstünlüğünü tescillemiş oluyordu. İlâhî kelâm bu yeryüzünün en şerefli varlığını şöyle takdim etmektedir: ”Şüphesiz ki biz, Âdemoğullarını mükerrem (şerefli ve saygın) kıldık. Karada ve denizde onları taşıttık. Helal ve temiz şeylerle rızıklandırdık. Onları yarattıklarımızın birçoğundan üstün kıldık.”[22]

İnsan bu şeref ve üstünlüğe ancak Allah’ın emirlerine uyduğu, yasaklarından kaçındığı ve yeryüzünde Allah’ın kanunlarının hâkimiyeti için var gücüyle çalıştığı; yani gerçekten Allah’ın halifesi olduğu takdirde ulaşabilir. Böylesi bir durumda olan insanların meleklerden bile üstün olması umulur.

Hz. Âdem’e secde esnasında melekelerle beraber bulunan İblisin gurur, kibir ve kıskançlığı yüzünden, Allah'ın emrine rağmen secde edenlerden olmadığını ve direndiğini görüyoruz. Melekler ise, yeryüzünde Allah’ın halifesi olacak insan türüyle ilgili endişelerini belirtip yaratılmasındaki hikmeti anlamaya çalışmışlar, Rabbimizin onlara doğruyu göstermesinden sonra verilen emre itaat ederek secdeye kapanmışlardır. Ancak İblis, Allah’ın emrine rağmen kibir ve gururuna yenik düşerek Hz. Âdem’in hilafetine karşı çıkmış ve Rabbine âsi olmuştur.

O CİNLERDENDİ!

İblis, meleklerden farklı bir yaratılışa sahiptir. Onurdan yaratılmış bir melek değil; ateşten yaratılmış bir cindir. Onun cinsiyeti ve zürriyeti vardır, ama meleklerin zürriyeti ve cinsiyetleri yoktur. Öyleyse, İblis neden meleklere verilen secde emrine muhatap olmuştur?

İblis meleklerle beraber olacak bir ilme ve Allah’a yakınlık getirecek bir kulluk derecesine sahipti ve ilahi hitap yalnızca meleklere değil; onlarla beraber bulunan herkese verilmişti: “Bir zamanlar Biz, meleklere ‘Âdem’e secde edin’ dedik. İblis hariç hepsi secde ettiler. İblis yüz çevirdi ve büyüklük tasladı. Böylece kâfirlerden oldu”[23]“Hani Biz meleklere, ‘Âdem’e secde edin,’demiştik. İblis hariç olmak üzere, onlar hemen secde ettiler. İblis cinlerdendi; Rabbinin emrinden çıktı. Şimdi siz, Beni bırakıp da onu ve soyunu mu dost ediniyorsunuz? Oysa onlar sizin düşmanlarınızdır.Zâlimler için bu ne fena bir değişmedir.”[24]Buâyet-i kerimelerde bahsedilen olaydan itibaren İblis, kovulmuş ve taşlanmış olarak şeytan ismiyle vasıflandı.

Allah Teâlâ İblis’e, meleklerle beraber niçin secde etmediğini sorunca o,yaratılmışların tarihinde ilk ırkçı düşünceyi ortaya koyarak şöyle cevap verdi: “Ben ondan üstünüm. Çünkü beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan!”[25]Bunun üzerine,“(Allah) şöyle buyurdu: Öyle ise oradan çık! Artık kovuldun! Muhakkak ki kıyamet gününe kadar lânet senin üzerine olacaktır!”[26]“İblis: “Rabbim! Öyle ise onların tekrar diriltilecekleri güne kadar bana mühlet ver” dedi.”[27]Rabbimiz, Sen bilinen bir vakte kadar kendilerine mühlet verilenlerdensin, buyurdu”[28].Böylece İblis, insanların imtihanına hizmet etmek üzere istihdam edilmiş oluyordu. İblis istediği izni alınca, kendi özgür iradesiyle yaptığı isyanın suçunu kadere bağlayan ilk mahlûk olarak, “Rabbim,Madem beni azdırıp saptırdın, ben de andolsun, yeryüzünde (dünya hayatını ve günahları) onlara çok güzel gösterecek ve andolsun, onların hepsini azdırıp saptıracağım. Ancak onlardan ihlâslı kulların müstesna, dedi”[29]ve insanoğluna olan kin ve düşmanlığını açığa vurdu.

İblis’in gurura kapılarak Rabbine asi olması ve ilahi huzurdan kovulup lanetlenmesi onun için ne kadar acı bir durum ise; aynı şekilde, meleklerin kendisine hürmet ettiği ve şerefi tescillenmiş insanın aşağıların aşağısına düşmüş şeytana uyması da o denli acı ve hazin bir durum olacaktır.

Âdem’e secde emri şeytanın iç yüzünü ortaya koyan ve onu meleklerden ayıran bir imtihan olurken, onun insanları saptırmak hususundaki dileğinin kabul edilmesi ve kıyamete kadar süre verilmesi de Âdem ve soyu için bir imtihan vesilesi olmuştur.

HAVVA’NIN YARATILMASI

İnsanlığın annesi Hz. Havva’nın yaratılışını Kur’an şöyle bildirilir: “Ey insanlar! Sizi tek bir nefisten (Âdem’den) yaratan, ondan da yanında huzur bulsun diye eşi Havva'yı yaratan O'dur.”[30]“O sizi tek bir candan yarattı, ondan da eşini var etti.”[31] Bir başka âyet-i celile de ise “Ey İnsanlar! Sizi tek bir nefisten yaratan, ondan da eşi (Havva'yı) yaratarak yeryüzünde ikisinden birçok erkek ve kadın var eden Rabbinizden sakının!”[32] buyrulmuştur.

Havva ismi hadisle sabittir.[33] Havva annemizin kaburga kemiğinden yaratıldığı anlayışı Peygamberimizden gelen bir hadise dayanır. “Kadınlara iyilikle muamele edin. Zira kadın kaburga kemiğinden yaratılmıştır. Kaburga kemiğinin en eğri kısmı üst tarafıdır. Onu düzeltmeye çalışırsan kırılır, kendi haline terk edersen devamlı eğri kalır. O halde kadınlara karşı iyi davranın”[34] Bazı âlimler, Sevgili Peygamberimizin (sas), bu hadisiyle Hz. Havva’nın yaratılışıyla ilgili biyolojik bilgi vermekten ziyade, Hz Havva üzerinden kadınların genel psikolojilerini mecâzi bir benzetmeyle anlatarak onlarla iyi geçinme yolunu öğrettiğini düşünmüşlerdir. Yine de en doğrusunu Allah bilir.

Kur’an ayetlerinde HZ. Âdem’in yaratılışıyla ilgilibulduğumuz teferruatı eşinin yaratılışıyla ilgili bulamayız. Hz. Havva da Hz. Âdem gibi insan olduğuna göre, onun da Hz. Âdem’in yaratılış evrelerinden geçmesi Allah’ın kudreti dâhilinde bir iştir. Bununla birlikte eğer Allah dilemişse, Hz. Âdem’in eşini onun eğe kemiğinden de yaratması mümkündür. Allah’ın her şeye kâdir olduğu göz önünde bulundurulduğunda, bu iki durumdan herhangi birinin  kabulü sakınca doğurmaz. En iyisini Allah bilir.

CENNETE KONULMALARI VE ŞEYTANIN ONLARI KANDIRMASI

Allah Teâlâ Hz. Âdem ile Hz. Havva’yı bir cuma günü cennete yerleştirip, onları bir ağaç ile imtihan etmek istedi. Onlara: “Ey Âdem sen ve eşin birlikte cennete yerleşin,  cennetin meyvelerinden istediğiniz yerden bol bol yiyin! Fakat şu ağaca yaklaşmayın! Yoksa (eğer ondan yerseniz) her ikiniz de zalimlerden olursunuz! ”[35]diye ferman buyurdu.

Âdem ile Havva cennette mesut bir hayat sürmeye başladılar. Sonsuz nimetlerle dolu olan cennette yalnız bir ağaç ile onlara yasak getirilmişti. Allah cennete yerleştirdiği Hz. Âdem ile eşine şeytana karşı uyanık olmalarını emretmiş ve kendilerini rahatlık, huzur ve mutluluk yurdundançıkarabilecek büyük bir düşmanolduğunu bildirerek onları uyarmıştı: “Ey Âdem! Bu (şeytan), sana ve eşine düşmandır. Sakın ola sizi Cennetten çıkarmasın! Sonra yorulur, sıkıntı çekersiniz. Şimdi burada senin için, ne acıkmak vardır ne de çıplak kalmak. Yine burada sen, susuzluk çekmeyecek, sıcaktan da bunalmayacaksın”[36]

Kur’an’da Allah’ın cennette Âdem ile Havva’ya yasakladığı ağacın ne ağacı olduğu haber verilmemiştir. Burada önemli olan Allah’ın emrinin tutulmasıdır. Emre itaat önemlidir. Neden ve niçin demeden Allah’ın emrini yerine getirmek kulluktur. Bu kulluk burada şeklî ibadetler olmadan devam etmiştir. Tâ ki iblis vesvese verene kadar…

CENNETTEN ÇIKIŞ

Şeytan Hz. Âdem’i cennetten çıkarmak için yalan söyleyerek heveslendirmiş ve onları şöyle kandırmıştır: “Ey Âdem! Sana ebedilik ağacını ve yok olmayacak bir hükümdarlığı göstereyim mi?”[37]“Rabbiniz başka bir sebepten dolayı değil, sırf melek olmayasınız, ya da Cennet’te ebedi olarak kalanlardan olmayasınız diye şu ağacı size yasakladı.”[38]“(İblis) bir de onlara: «Şübhesiz ki ben sizin iyiliğinizi isteyenlerdenim» diye yemîn etdi.”[39]Şeytan, onların zayıf noktaları olan melek olma ve sonsuza kadar mutlu ve hükümrân olarak cennette kalma arzularının, yasak meyveden yerlerse gerçekleşeceğini yemin ederek söyledi. Böylece onları ikna etti. Âdem aleyhisselam şeytanın kendilerine düşman olduğunu unuttu. Bir kimsenin Allah adına yemin ederek yalan söyleyebileceği aklının köşesinden bile geçmiyordu.“Böylece onları aldatarak, düşürdü. Ağacın meyvesini tattıkları anda  ayıp yerleri kendilerine beliriverdi ve üzerlerini cennetteki ağaç yapraklarıyla örtmeye başladılar. Bunun üzerine Rableri onlara şöyle nida etti: “Ben ikinize, bu ağacın meyvesinden yemenizi yasak etmedim mi? Ve ikinize şeytan, apaçık bir düşmandır demedim mi?” Böylece şeytan oradan ikisinin ayağını kaydırdı, onları içinde bulundukları (cennetten) çıkardı. Biz de:  “Kiminiz kiminize düşmanlar olarak inin, sizin için yeryüzünde belli bir vakte kadar bir yerleşim ve meta vardır” dedik.“[40]

Hz. Âdem’in şahsında insanoğlunun Cennet’ten çıkarılışı büsbütün bir kaybedişin ifadesi değildir. Bu olayda insanların, ataları Hz. Âdem’i suçlamaları da uygun kaçmaz. Çünkü insanoğlunun ilâhi kaderinde Cennet’ten sonra dünya gurbetini yaşamak vardır. İnsanoğlu Allah’ın yeryüzündeki halifesi olarak yaratılmıştır. Onun imtihanı buradadır. İnsanoğlunun Cennetin kıymetini anlaması ve onu hak etmesi için dünyaya gelmesi gerekiyordu. Yokuşu çıkmadan inişin, yorgunluğu yaşamadan rahatlığın ve üzüntüyü çekmeden sevincin kıymeti tam anlaşılamazdı. Korku ve hüznün olmadığı Cennet’in değerini anlamak ve onu hak etmek için bu dünyada korku ve hüznü yaşamak, dahası bunları Allah yolunda seve seve yudumlamak gerekiyordu. Dolayısıyla Hz. Âdem atamızın yerinde hangi insan olsaydı onun düştüğü hataya düşebilecekti.Sevgili Peygamberimiz (sas),Hz. Âdem ile Hz. Musa arasında geçen bir konuşmayı bizlere şöyle aktarır:

“Hz. Adem ve Hz. Musa aleyhimasselam münakaşa ettiler. Musa, Âdem'e:

-"İşlediğin günahla insanları cennetten çıkaran ve onları şekâvete (bedbahtlığa) atan sensin değil mi!" dedi. Âdem de Musa'ya:

-"Sen,  Allah'ın risalet vermek suretiyle seçtiği ve hususi kelamına mazhar kıldığı kimse ol da, daha yaratılmamdan [kırk yıl] önce Allah'ın bana yazdığı bir işten dolayı beni ayıplamaya kalk (bu olacak şey değil)!"  diye cevap verdi.”

Rasûlullah aleyhisselâm devamla dedi ki:

"Hz. Âdem Hz. Musa'yı ilzam etti! (delil getirerek mağlup etti)"[41]

Keyfiyetini ve zamanını bilemediğimiz bu konuşma,Hz. Âdem’in başına geleceklerin önceden takdir edildiğini, Allah’ın ezeli ilminin tecelli etmesiyle vuku bulduğunu anlatmaktadır. Bu hadis-i şeriften de anlıyoruz ki, Hz. Âdem’in cennetten çıkışı ve yeryüzüne gönderilişiezelde ilâhî takdirle belirlenmişti.

Böylece Hz. Âdem ile Hz. Havva cennetten çıkarılmış ve yeryüzüne gönderilmiştir. Bu konuda Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: "Birbirinize düşman olarak inin, yeryüzünde bir vakte kadar barınma ve nasibiniz var."[42] Bu ayet-i celîledeki“birbirinize düşmanlar olarak inin” ifadesiyle Âdemoğulları arasındakipotansiyel düşmanlık kastedilmiş olabileceği gibi Âdem ile şeytan arasındaki apaçık ve sürekli düşmanlık da kastedilmiş olabilir. En doğrusunu Allah bilir. Bundan sonra Rabbimiz peygamber göndermek suretiyle insanlığa merhamet buyurmuş ve âhir zaman peygamberi olarak daHz. Muhammed sallalahu aleyhi ve selem ile Kur’an’ı indirmiştir. Bu yüce kitap bizlere gurbetten asıl vatana dönme yolunu şöylece göstermektedir:“Hepiniz inin oradan. Tarafımdan size bir yol gösterici (peygamber) gelir de kim ona uyarsa, onlar için (Cennet’te) herhangi bir korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir” dedik.”[43]

BU CENNET DÜNYADA MI?

Âdem aleyhisselâm ile Havva validemizin içinde bir müddet kaldıkları cennet hakkında marjinal birtakım yaklaşımlar vardır. Buna göre kimileri Cennet’e giren bir kimsenin oradan asla çıkmayacağı ve Cennet’in teklif (emir ve yasak) mahalli olmadığı görüşlerini ileri sürerek buranın dünya hayatının sonrasında gideceğimiz Cennet olmayıp yeryüzünde bulunan bir bahçe olduğunu iddia etmektedirler. Yeni bir görüş gibi savunulan bu düşünce yeni olmayıp eskinin yeni bir ambalajda sunulmasından ibarettir. Bu görüşe itibar etmek mümkün değildir. Zira A’raf Sûresi 7/20; Tâhâ Sûresi 20/117,118,119 ve 120. ayetlerine bakıldığında böyle bir yerin yeryüzünde olma ihtimali düşünülemez. Çünkü bu âyetlerde bahis konusu olan Cennet, içinde yorgunluğun, sıkıntı ve mutsuzluğun; ayrıca açlığın, çıplak kalmanın,susuzluğun ve güneş sıcağında bunalmanın asla olmadığı bir Cennet’tir.[44]Yeryüzünde böyle bir Cennet tasavvur olunamaz. Sırf Arapça’da “cennet” kelimesinin “bahçe” manasına gelmesi, bu cennetin yeryüzündeki bilinmeyen bir bahçe olmasını gerektirmez. Bilakis âyetlerde söz  edilen Cennet, Arapça’da, bilinen şeyleri ifadede kullanılan belirlilik takısıyla “el-Cenne” şeklinde kullanılmıştır. Bu keyfiyet söz konusu Cennet’in, iblisin Hz Âdem’i kandırmak için öne sürdüğü meleklik, ebedilik ve zeval bulmaz saltanatın[45] mümkün olabileceği âhiretin Cennet’i olduğunu gösterir. Cennet’ten çıkmanın söz konusu olamayacağı ve Cennet’te yasaklama bulunmayacağı yönündeki iddialarla Cennet’i dünyaya indirebileceklerini zannedenler büyük yanılgı içindedirler. Cennet’le ilgili sözü edilen bu özellikler Cennet’in hesap gününden sonra, mükâfât yurdu olarak kazandığı özelliklerdir. Cennet’in ilk yaratıldığında da böyle olduğu kesin olarak iddia edilemez. Kaldı ki Yüce Allah kendi kanunlarıyla -haşa- bağlı değildir ve dilerse her zaman onlardan istisna yapabilir. Nitekim dünya hayatı için belirlediği sünnetullâha göre ateşin yakma ve bıçağın kesme kanunlarını Hz. İbrahim ve Hz. İsmail (aleyhimesselâm)için geçici olarak değiştirmiştir. Aynı şekilde Yüce Allah’ın Cennet’in şartlarını onu ilk yaratmasında farklı kılması her hâlukârda mümkündür. Hem Cennet yeryüzünde olsaydı, ondan çıkarılmanın ne hüznü olurdu? Yeryüzünün bir yerinden başka bir yerine gitme üzerinde Kur’ân, bu kadar önemle dururmuydu?

Hz. Âdem ve Hz. Havva, kaybettikleri nimetin büyüklüğünü hemen anladılar ve iblis gibi kibirlenip suçu kadere atmak yerine, kişisel sorumluluklarını kabul ederek pişmanlık ve tevazu içinde tövbeye sarıldılar.

ÂDEM’İN TEVBESİ

Hz. Âdem ve Hz. Havva’nınbir anlık hataları Rabbimizin onları Cennet’ten çıkarmasına sebep olmuştur. Fakat Hz. Âdem şeytan gibi kibirle Allah’a kafa tutmak yerine tevâzuyla tövbeye yönelmiş, ağlamış ve bağışlanma istemiştir. Peygamberimiz şöyle buyurur:

"Âdemoğlunun her biri hata eder, hata edenlerin en hayırlısı ise tevbe edendir."[46]

Âdem aleyhisselam ve eşi,bir olan Allah’a samimiyetle dönerek şöyle dua ettiler: "Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz, bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz."[47]"Sonra Âdem Rabbinden öğrendiği sözlerle tövbe etti, Rabbi de onun tevbesini kabul etti. Çünkü O, tövbeleri çok kabul eden ve çok merhamet edendir."[48]

Sevgili Peygamberimiz bir hadisi şeriflerinde: “Şeytan: “Ya Rabbi! İzzetine yemin ederim ki, kulların can taşıdığı sürece onları azdıracağım” dedi. Bunun üzerine Allah Teâlâ da: “İzzetim ve Celalim hakkı için onlar benden bağışlanma diledikleri sürece, bende onları bağışlayacağım”[49] buyurmaktadır. Bu ifadelerden,Hz. Âdem ile Hz. Havva’nın cennetten çıkarılmalarının temelli bir kovulma veya ilâhî rahmetin dışına çıkma anlamına gelmediğini anlıyoruz. Onlar sadece yaratılış amaçlarına uygun olarak geçici bir süreliğine dünyaya gönderilmişlerdir. Burada önemli olan,  insanın dünya hayatını tecrübelerden ders çıkararak iyi değerlendirmesi ve ezeli düşmanının tuzaklarına düşmeden imtihanını başarıyla tamamlamasıdır.

Hz. Âdem ile Havva’nın cennetten çıkarıldıktan sonraki dönemi hakkında Kur’an-ı Kerim’de fazla bilgi verilmemiştir. Onlarla ilgili bir kısım kitaplarda rivayet edilenler ise genellikle isrâiliyyât kaynaklıdır. Böylesi bilgilerin bir Müslüman’a kazandıracağı pek bir şey yoktur. Yalnız biz, Kur’ân-ı Kerim’de Hz. Âdem ile Hz. Havva’nın Rablerindenhayırlı evlat istediklerini ve bunu“Eğer bize Salih bir çocuk verirsen and olsun şükredenlerden olacağız”[50]diyeyalvararak ifade ettiklerini buluyoruz. Allah Âdem’e birçok çocuk verdi. Âdem’in zürriyeti çoğaldı.Buna karşılık iblis ve zürriyeti de boş durmadılar ve bütün güçleriyle Âdem’in çocuklarını yoldan çıkarmaya çalıştılar.

HZ. ÂDEM’İN PEYGAMBERLİĞİ

Hz. Âdem’in Peygamberliği konusunda açık ve kesin olarak ifade edilen ayet yoksa da, Âdem’in Rabbinden bir takım kelimeler alması, âlemlere üstün kılındığının belirtilmesi, Allah’ın ona hitap ederek sorumluluk yüklemesi,dahasıSevgili Peygamberimizin onun ilk Peygamber olduğunuifade buyurması[51] onun Peygamberliğini ispatlayan kesin delillerdir. 

“Şüphesiz Allah, Âdem’i, Nuh’u, İbrahim ailesini ve İmran ailesini birbirlerinin soyundan olarak âlemlerden üstün kıldı. Allah her şeyi çok iyi işten, çok iyi bilendir.[52]    

İnsanın yeryüzünde halife olması, yalnız Hz. Âdem’e ait bir görev olmayıp onun neslini de içine alan bir şereftir. Hz. Âdem’in ve neslinin halife kılınması yeryüzünde istediği şekilde hükümran olması manasına gelmez. Halifelik görev ve yetkisi, onlara verilen bilgi, akıl, irade ve kabiliyetlerle Allah’ın adına, O’nun gösterdiği şekilde orayı idare edip düzene koyması, adaletle hükmetmesi içindir. İnsan yeryüzünde ibadet, itaat üzere bulunacak, Rabbinden aldığı vahiy çerçevesinde orayı imar edip düzene koyacaktır. Ekini ve nesli bozanlara karşı Allah’ın yeryüzündeki halifesi olarak mücadele edecek, çevreyi ve nesli koruyacaktır. Bu konuda sınırlı ve sorumlu bir varlık olarak özgür iradesiyle emrin gereğini en titiz bir şekilde yerine getirecektir.

ÂDEM’İN ÇOCUKLARI

“Âdem’in iki oğlunun haberini

 gerçek olarak anlat” (Mâide Sûresi 5/27)

Şeytanın kendisine olan amansız düşmanlığı,insanoğlunun asla unutmaması gereken bir hakîkâtken Âdemoğlu her seferinde nasıl oluyor da şeytana kanabiliyor? Babası Âdem’i, melekleşme ve yok olmayacak saltanat içinde sonsuza kadar yaşama vaadiyle kandırmışken nasıl oluyor da hâlâ onun oyunlarına gelebiliyor? Sanırız bu sorunun cevabını, insanın nefsânî ihtiraslarının esiri olmasında aramak gerekiyor. İşte daha Hz. Âdem’in Cennet’teki acı hatırasının izleri kaybolmamışken şeytan babasından sonra oğlunu da kandırmak için Kâbil’e yöneldi.

Habil ile Kabil ismi Kur'an-ı Kerimde ve hadis-i şeriflerde geçmemektedir. Bu isimler Ehl-i Kitaptan nakledilen rivayetlerden bize ulaşmaktadır. Kur'an-ı Kerim'de “Âdem'in iki oğlu” şeklinde ifade edilen bu hikâye, müminlerin ders alması için anlatılmıştır. Bunlar Hz. âdem’in farklı iki ahlaka sahip oğullarıdır. Birisi muttaki, Allah'a bağlı, ibadetinde samimi ve kardeşine karşı kötülük düşünmeyendir. Diğeri ise ibadetinde ciddiyetsiz, kıskanç, bencil, ihtiraslı ve Hakk’a isyan duygularıyla dolu birisidir. Bu kıssa Kur'an-ı Kerim'de şöyle anlatılmaktadır:

"Âdem'in iki oğlunun haberini gerçek olarak anlat: Hani birer kurban takdim etmişlerdi de birisinden kabul edilmiş, diğerinden kabul edilmemişti. (Kurbanı kabul edilmeyen kardeş, kıskançlık yüzünden) “Andolsun seni öldüreceğim.” dedi. Diğeri de “Allah ancak takva sahiplerinden kabul eder.” dedi (ve ekledi) “Andolsun ki sen, öldürmek için bana elini uzatsan bile ben sana öldürmek için el uzatacak değilim. Ben, âlemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım."[53]

Kendisini öldürmek için üzerine yürüyen Kardeşi Kâbil’e Hâbil, son öğüdünü verdi ve ona takvâyı teklif etti. Ne var ki, böylesi kıskançlık, kin, öfke ve düşmanlık taşıyan nefislerin ilacı olan takva, Kabil'de yankı uyandırmamıştı. Bilakis, kardeşine olan kini, düşmanlığı ve öfkesi şeytanın vesveseleriyle daha da arttı. Habil ise Kabile karşı asla hırsa kapılmıyor, kötülük düşünmüyordu.. Takva ile nefislerini kuşatanlar Allah’a kulluğu esas aldıkları için insanlara karşı asla kötülük düşünmezler. Öldürmeyi akıllarından bile geçirmezler. Kendilerini öldürmeye kast edenlere dahi hakkı tavsiye ederler. Fakat onlara karşı nefsi müdafaa haklarını da her zaman saklı tutarlar.

Kabil’in düşmanca tavırlarına karşı Hz.Hâbil, onu bekleyen acıklı sonu hatırlatarak Kâbil’in vicdanını sarsmak ve onu kendine getirmek istedi. Fakat kıskançlık, kin ve öfke Kâbil’in vicdanını köreltmiş, şeytanın esiri hâline getirmişti: “Ben istiyorum ki sen, hem benim günahımı hem de kendi günahını yüklenip ateşe atılacaklardan olasın. Zalimlerin cezası işte budur. Nihayet Kabil'i nefsi, kardeşini öldürmeye itti, onu öldürdü ve kaybedenlerden oldu."[54]

Böylece yeryüzünde ilk cinâyet işlenmiş oluyordu. Artık Hâbil yeryüzünün ilk kâtili, Hz. Hâbil ise şehitlerin öncüsü olmuştu. Kâbil çok büyük bir vebâl yüklenmişti. Bu konuda Kur’an-ı Kerim’de,“başkalarının yoldan çıkmasına öncülük edip vesile olanların onların günahlarını da yükleneceği” belirtilmektedir.[55]

Sevgili Peygamberimiz de Kâbil'in durumuna temasla: "Haksız olarak öldürülen her kişinin kanından bir pay, Âdem'in kan döken ilk oğluna ayrılır. Çünkü o, öldürme çığırını ilk açan kişidir." buyurmaktadır.[56]

Yeryüzünde ilk cinayeti işleyen Kabil'in kıskançlığı, kini ve öfkesi şeytanın vesveselerine kendisini savunmasız hale getirmiştir. Bu cinayetten sonra büyük bir pişmanlık duymuş ve kardeşinin cesedini günlerce sırtında taşımıştır. Onun bu şaşkınlığına karşı Allah, kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini ona göstermek için yeri eşeleyen bir karga gönderdi. O ise "Yazıklar olsun bana! Şu karga kadar da olamadım mı ki, kardeşimin cesedini gömeyim." dedi ve ettiğine yananlardan oldu”[57].

İnsan nefsanî duygularına ve bu cümleden olarak kıskançlık duygusuna boyun eğerse kardeşini bile öldürebilir; ancak bunun sonu dünyada insanı içten içe yakan vicdan azabı ve pişmanlıktır. Ahirette ise yakıcı bir azaptır. Kıskanç insanların gören gözleri aslında kördür. Kendilerinde bulunan nimetleri ve güzellikleri görmezler. Onlar başkalarında bulunanları görür ve onlara kin beslerler. Bu hastalığın çaresi Allah'ın emirlerine ve en güzel örnek olan peygamberlerinin yoluna uymaktır. Nefisleri şeytanın vesveselerinden koruyarak sükûn ve huzura kavuşturup Allah'ın verdiğine razı olmaktır.

Hz. Âdem’in iki çocuğunun Rabbine kurban sunmaları bir ibadettir. Fakat birisinin ibadeti kabul edilirken diğerinin ibadeti kabul edilmemiştir. Bunun için ibadetlerimizde içimizdeki duygular çok önemlidir. İbadetlerimizi kabul ettiren tek şey samimiyettir. İstemeyerek yapılan ve insanı din kardeşlerine karşı düşmanca tavırlardan alıkoymayan ibadetin içinde şeytanın eli var demektir. İblis kendisini gizleyebildiği kadar Kabil’in içinde gizlemiş ve Allah’ın ibadetini kabul ettiği Habil’e karşı Kabil’in kin ve nefretle doldurmuştur. Bugün de kimileri ibadetlerini samimiyetle yapıyor kimileri de yaptığı ibadetlere rağmen kardeşlerine karşı içinde kin ve nefret taşıyor. Halbûki samimiyetle yapılan ibadetler insanın içindeki kin ve nefreti yok etmeli ve çirkinliklerden onları alıkoymalıdır. “Çünkü namaz, insanı hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah'ı anmak (olan namaz) elbette en büyük ibadettir. Allah yaptıklarınızı biliyor.”[58]

KISSADAN ANLADIKLARIMIZ

İnsanı ve cinleri Allah başıboş ve amaçsız yaratmamıştır. Bu iki varlığın yaratılması yalnız Allah’a kulluk içindir.“Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.”[59]

İnsana varlıkların isimlerini, Kur’ân-ı Kerim’i ve Beyân’ı ilk öğreten Allah’tır. Yeryüzünün kulluğa en yakışan ameli birilerine güzel şeyler öğretmektir. Nitekim Peygamber Efendimiz de “Ben öğretmen olarak gönderildim“[60]buyurmuştur.

İnsanın topraktan yaratılmış olması onun maddî ve nefsânîeğilimlerinin, sonra ona ilâhî ruhun üflenmesi ise manevî ve ahlâkî yönelişlerinin temel dinamiğidir. İnsana düşen maddî varlığını ve nefsini de ihmâl etmeden ruhsal yönünü ibadet ve ahlâkî faziletlerle besleyip yüceltmesidir.              

 

Gaybı, Allah’ın bildirdikleri dışında hiç kimse bilemez. Allah gaybı ne meleklere ne de cinlere bildirmiştir. Fakat Peygamberlerden dilediğine gayb bilgisini ihsân buyurmuştur.[61]Gaybe iman takva sahibi mü’minlerin temel özelliğidir.[62]

İnsanın Allah Teâla’nın halifesi olarak yaratılması bir sorumluluktur. Hayatın ve zamanın değeri bu sorumluluktan kaynaklanmaktadır. İnsanın hayatında takip edeceği iki yol vardır; Allah’a iman edip emirlerine itaat ile İslâm’ın yoluna girecek ve tekrar asli vatanı cennete dönecektir ya da apaçık düşmanı olan şeytanın adımlarını takip ederek onun vesvese ve telkinlerine uyarak kötü bir yola girecek, ateş yurdu cehennemi boylayacaktır.

İnsanın günahkâr olarak doğması söz konusu olmadığı gibi insanı cennetten çıkaranın kadın olduğu düşüncesi de yanlıştır. Hata ve kusur kişiseldir. İnsanın kendi arzu ve isteğiyle gerçekleşir, sorumluluğu da kendisine aittir.

İblis düşmesinin sorumlusu olarak Allah’ı görmüş ve Rabbini suçlamıştır. Sebep olarak da Âdem’i göstermiştir. Ona düşman kesilmiş ve hayatını bu düşmanlığa adamıştır. Âdem ise suçu nefsinde bulmuş, Allah’a yönelmiş; “Bizi bağışlamaz ve affetmezsen biz mahfoluruz” diyerek tövbeye yönelmiş ve Allah’a kulluk yolunu seçmiştir. Hz. Âdem düşerken tövbesi ile yükselmeyi başarabilmiştir.

Allah’ın selâmı Hz. Âdem babamızın, Sevgili Efendimiz Hz. Muhammed aleyhisselâmın ve bütün Peygamberlerimizin üzerine olsun.

 
Bozuk Link Bildir
Site Sahibi:
Emrullah Emin
Sitemize Hoş Gediniz.
► EmrullahEmin 2010 - 2018 ◄
BS REKLAM ALANI
GÜNÜN AYETi
Onca Nimet Varken Kul Hakkı Yemeyin!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol